2. Yol İşaretleri - Yol Rehberi Serisi


Merhabalar. Öncelikle şunu belirtmeliyim ki, konu çok geniş ve bazen başka ilgili konularla iç içe geçmekte. Detaya inersek konu çok uzayacağından, sadece ana fikri vermekle yetiniyorum. Adım adım ilerleyip, sonraki yazılarda ilgili konuları da ele alacağız. Anlatılmak istenen asıl meseleye odaklanılırsa daha faydalı olacağını düşünüyorum. Yazıları okuyup geçmek, üzerine düşünmemek gibi bir durum olacaksa okumamanızı tavsiye ederim.

Bir önceki “Ben Bilmiyorum” başlıklı yazıda, öğrenebilmenin, aklımızı kullanıp ilerleyebilmenin şartını “Bilmediğini bilmeyi kabul etmek” olarak söylemiştik. Bilgiye ihtiyacımız olduğu gerçeğinin bu şekilde ortaya çıkacağını ve sonrasında insani olarak ilerleyebileceğimizi belirtmiştik. Ama bir sorun var, bilmediğimizi nasıl anlayacağız, nereden bileceğiz?

Bazı insanlar sadece düşünerek, soru sorarak bilmediklerinin farkına varabilirler ve bunun üzerine gidebilirler. Bu tür insanlar problemleri kendileri üretirler. Bu ne, bu nerden geldi, bu niye böyle, bu nasıl oluyor, bu elma niye yukarı değil de aşağı düşüyor, bu lambanın ışığını bana taşıyan nedir gibi sorular sorarak, problemleri kendileri oluştururlar. Ama bu durum günümüz sosyal toplumunda tahminimce binde bir için bile çok olası olmayan bir durumdur. Kendi içi boş sosyalliğimiz içinde boğulurken genelde yaptığımız ise, karşımıza bilmediğimiz şeyin gelmesini beklemektir. Yani, hayatın bize sunduğu süpriz hediyeleri.

Diyelim ki, köyünden hiç ayrılmamış bir halkı barındıran bir köy var ve su çektikleri kuyu kurumak üzere. Ve en yakındaki su kaynağı ise uzaklarda görünen bir dağda olsun. Suyun orada olduğunu bilebilmeleri için, ya dışarıdan birinin kendilerine “Orada su var” diyerek kendilerini bilgilendirmesi, ya kendilerinin orada neler olabileceğine dair coğrafi ipuçlarını takip ederek orada su bulunabileceğini tespit etmeleri, ya da suya ihtiyaçlarının olup, hiç ayrılmadıkları köylerinden suyu aramaya çıkmaları ve orada bulmaları gerekir. Yani ya birisi haber verecek, ya kendileri merak edip düşünüp araştırıp bulacaklar ya da ihtiyaç duymaları sonucunda arayışa çıkacaklar. Biz bu yazımızda her insanın sahip olduğu o hediyeli kısımdan, ihtiyaç duyarak öğrenme ve bilmeden bahsedeceğiz.

Hediyeler

Herhangi bir şeye ihtiyaç duyduğunuz zamanları düşünün. Ne kadar huzursuzsunuzdur değil mi? Mesela suya ihtiyacınız varken, herşey bi yana sadece onu düşünürsünüz. Su içebilmek, suya ulaşabilmek tek derdinizdir. Su maddi bir ihtiyaçtır, bense bu yazıda ruhsal, soyut durumlardan, ihtiyaçlardan bahsedeceğim. Mesela acılarımız, insani ilişkilerdeki problemlerimiz, maddi kısıtlanmaların getirdiği ruhsal sıkıntılar, sevgisizlik, anlaşılamama, yalnızlık, boşluk duygusu gibi. Bu tür konuların hepsine birden yazı boyunca “problemler” diyeceğiz.

Evet hediye diyordum ya, işte o hediyeler bizim problemlerimiz. Neresi hediye bunların denebilir, ki demekte haklısınız. Hediyeler bizi mutlu eder ama problemler etmez. Her problem aynı susuzluk problemi gibi bizi rahatsız eder, kimyamızı bozar, yavaş yavaş bizi etkisi altına alır, bizleri yaşayan ölü haline getirir ya da bizleri hayvanlığın en aşağı derecelerine indirir. Ta ki biz o problemleri halledene kadar.

Bizi zorlayan her problem, bir bilinmeyendir. Bilinmeyen olması , problemler karşısında ne yapacağımızı, nasıl davranacağımızı bilemememiz ve kendi duygusal durumumuzu kontrol edemeyişimiz sebebiyledir. Eğer problemin çözümünü biliyorsak o problem artık bizi zorlamaz, canımızı sıkmaz. Problem olmaktan çıkar.

Hediyelerin Bize Sundukları

Bir insan derin suya girip, suyla kavga etmeden yüzmeyi öğrenemez. Yüzme bilmeyen için denize düşmek problemken, yüzme bilen için değildir. Bir hamal, ilk iş gününde 150 kiloyu birden götüremez. Önce 50 kiloyu nasıl götüreceğini öğrenmelidir. Usain Bolt, hergün antreman yapmadan dünya rekoru kıramaz.

Yani, problemin kendisi ile yaka paça olunmadan problemle ilgili bilgi edinilip, çözüm üretilemez. Her yeni problem, yeni bir bilinmeyendir. Her bilinmeyen, bilmediğimiz birşeyin varolduğunu gösterir. Problemin getirdiği sıkıntı, acı, özetle depresif duygu durumu diyelim, bizi çözüm bulmaya iter, yani bilmediğimizi bulmaya ve bilmeye. İşte o anda birşeyleri bilmediğimizi anlarız ve kabulleniriz.

Üst kısımda anlattıklarım, aklını kullanan bir insanın yapacağı şeylerden biriydi. Nasıl yolda yürürken, önümüze bir çukur çıktığında üstünden atlama çözümünü uyguluyorsak, aklını kullanan bir insanda karşılaştığı problem karşısında çözüm bulmaya gider. “Aklını kullanan” diyorum, çünkü bir önceki yazımızda aklımızı insanı hayvandan ayıran nokta olarak zikretmiştik. Peki bizler ne yapıyoruz problemler karşısında?

Biz insanlar problemle karşılaşınca, problemin getirdiği negatif duyguların pençesinden bir türlü kurtulamıyoruz. Problemine göre, kendi kendimizi yiyip bitiriyoruz, depresyondan çıkamıyoruz, arkadaşlarımıza anlatıyoruz, psikoloğa gidiyoruz, kendimizi eğlenceye verip ya da işimize verip unutmaya çalışıyoruz, bazense kimseye bişey demeden intihar ediyoruz. Bazen bizi mutlu edebilecek sahip olduklarımıza hiç bakmadan, bir probleme takılıp, kısacık hayatımızı heba ediyoruz. Duygularımız bizim parçamız, elbette yaşayacağız onları. Ama aklın kontrolünde. Aklın kontrolünde olmayan duyguların sonuçlarını gazetelerin 3. Sayfalarında görebiliriz.

Geçenlerde bir spor programında bir yorumcu bu hayatta en korktuğum şeyler diyerek iki durum söyledi; biri hapse düşmek, diğeri ise, neyse onu unuttum şimdi. Şimdi bu yorumcuyu alsak, bir bahaneyle içeri atsak, 20 yıl ceza versek. Ne yapar acaba, nasıl bir durumda olur? Olası sonuçları hepimiz tahmin edebiliyoruz değil mi? Peki bu insan bundan sonra hergün ağlasın mı, kendini mi öldürsün, ne yapsın? İşte akıl burada devreye girer eğer kullanırsak. Problemi kabullenir, yeni hayatım bu der, elinde olmayanı özlemek ve istemek yerine, elinde olana bakar, hayatını gözden geçirir, eksiklerini gidermeye çalışır, bir yandan kaybettiklerinin aslında çok da önemli olmadığını kavrar, eğer biraz daha düşünürse aslında nelerin önemli olduğunu kavrayıp, ona göre kendine yeni bir hayat tanzim edebilir. 20 senesini, elinde olmayan kendince ihtiyaç duyduklarını düşünerek mutsuz geçirmek yerine, bu mutsuzluğu, elinde olanlara odaklanarak mutlu bir hayata dönüştürebilir.

Bazen sevdiğimiz birini kaybederiz. Üzülürüz, hemde çok üzülürüz. Ama bu durum bizi yıprattıkça bir çözüm aramaya başlarız. Eğer aklımızı kullanıyorsak tabiki. Anlamaya çalışırız ölümü, “Ne oluyor?” deriz, “Ölünce ne oluyor?” deriz, başını sonunu, her tarafını araştırırız. Anlayınca da daha sıcak karşılarız ölümü, ölmek kötü bişey değilmiş aslında deriz.

Bazısının kız arkadaşı terkeder. Bazısı bu problemi yeni bir tanesini bulmakla giderir, bir kısmı intihar eder, bir kısmı mutsuzca yaşar ve bunu kabullenir. Ama kimse de düşünmez ki, “Sevgi nedir, ben şimdi beni terketmesine niye üzüldüm bu kadar, o beni bırakabildi de, ben niye bırakamadım hala. Yoksa benim ihtiyacım olan yalnız kalmamak, birisi tarafından onay görmek ve sevilmek mi? Ben bu kişiye bu yüzden mi bağlandım bu kadar?” diye. Akıllarını kullananlar görürler ki, onları üzen aslında onları terkeden değil, onların terkedenlere duydukları ihtiyaçları. Ve o ihtiyacın nereden kaynaklandığı. Kişi işte böyle böyle öğrenir ve bilir. Kendisini tanıdığını gibi, hayatın dinamiklerini de öğrenir, hayatın aslında ne olduğunu da öğrenir. Bir terkediş, aklını kullanan insana neler neler öğretir.

Kişi böyle böyle hayatı boyunca hep bilinmeyenlerle karşılaşır, hayat ona bilmediği yerlerden sorular sorar. Yapılması gereken ise, “Ben bu soruyu bilmiyorum” deyip sızlanmak yerine, “Burada bana bir soru soruluyor, bunun cevabını öğrenmeliyim.” diyebilmektir.

“In A Better World” isimli Danimarka yapımı bir film var. Orada bir sahne var ki beni benden alır. İki küçük çocuk parkta oynarken kavga etmeye başlarlar. Birinin babası doktor, diğerinin ise araba tamircisidir. Doktor olan gelir onları ayırır ve kavganın kötü bişey olduğunu anlatırken, diğer baba gelir “Noluyo burda? Niye benim çocuğuma dokunuyorsun?” der diğer babaya. Doktor olan açıklama yapamadan, bi tane tokat indirir yüzüne, hırpalar. Doktor olan bişey demez, ayrılır ordan. Doktorun bir de olayları uzaktan izleyen 11 12 yaşlarında oğlu vardır. Rahatsız olur bu durumdan. Babasına bunu söylese de, babası meselenin bittiğini, şiddetin bişey çözmeyeceğini anlatır. Ama çocuk ısrarcıdır ve babasına vuran adamın çalıştığı yeri öğrenir ve babasına söyler. Babası bakar ki, çocuk bu meseleyi unutmayacak, çocuklarını alır tamirhaneye gider. Adama gayet medeni şekilde söyleyeceklerini söyler. Bu arada adam 2 tokat daha vurur. Doktor “Beni incitemezsin, yapacak başka bişeyin olmadığından ve aptal olduğundan böyle yapıyorsun” der. Çocuklara da “Bakın, korkmuyorum, acımadı, o bir aptal, ondan böyle yapıyor” der.

Doktor olan o kadar insan olmuş ki, kendisine saldırıldığında bile kontrolünü kaybetmiyor, dugyuların kendisini ele geçirmesine izin vermiyor. Doğru olanı tercih ediyor. İşte bir tarafta şiddetin iyi bir sonucu olmadığını öğrenmiş bir doktor, diğer tarafta hayvanilikten çıkamamış, duygularının esiri bir tamirci. Özetle bu filmi izlemenizi şiddetle tavsiye ederim.

Sonuç

Friedrich Nietzsche ne diyor, “Beni öldürmeyen acı güçlendirir” diyor. Stoacılar, “Başımıza gelecekleri kendimiz seçemeyiz ama olanlara vereceğimiz tepkiler kendi inisiyatifimizdedir.” diyorlar ve karşılaştıkları her zorluğun kendilerini geliştirmeye yönelik bir fırsat olduğuna inanıyorlardı. Şimdi bir yandan da dini inanışlardaki “İmtihan Sırrı” meselesini düşünelim. İyi düşünürsek, aslında hepsinin aynı kapıya çıktığını farkedebiliriz.

İnsan olarak aklımızı kullanmak, bilmiyorum diyebilmek, bunu da problemler sayesinde yapabilmek. “Problem” eşittir “insani yükseliş” denklemini kurabilir miyiz acaba? Tabii ki aklımızı kullanırsak geçerli bir eşitlik denebilir. Problemler bizi, aklımızı kullanmaya iter. Düşünmeye, çözüm bulmaya iter. Hayatında hiç sıkıntı yaşamamış bir adam düşünün. Hiçbir problemle karşılaşmadığından hiçbirşey öğrenmemiştir. Tabii ki burada öğrenme derken, bilgileri kafaya doldurmaktan bahsetmiyorum. İnsani yükşeliş adına yapılan öğrenmelerden bahsediyorum. Hayatınızda neşe ve zevk içindeyken öğrendiğiniz önemli birşey düşünün. Var mı, bir bakın. Varsa bile bu, önceki problemli zamanlarınızla o anki mutlu an arasında bağ kurmanızdan dolayıdır. İnsan konforu yerindeyken birşey öğrenemez, canının sıkılması lazımdır. Bir eksiklik hissetmesi lazımdır, birşeyleri bilmediğinin eksikliği. Bir problem beni hayvanilikten kurtaracak ise, ben ona niçin hediye demeyeyim, değil mi? Problemlere sadece negatif taraflarını düşünerek de bakabiliriz. Ama o zaman neler olacağını zaten biliyoruz. Yani özetle diyorum ki, problemlerinizi, acılarınızı, çözümsüzlüklerinizi kabullenin, hatta sevin. Şikayet etmek yerine, onları anlamaya çalışın, öğrenmeye ve çözümler bulmaya çalışın. Bizi gerçek insanlığa götürecek olan budur.
2. Yol İşaretleri - Yol Rehberi Serisi 2. Yol İşaretleri - Yol Rehberi Serisi Reviewed by Kerem Yeniyurt on 16:42 Rating: 5

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.